Mahmut Şenol klasik hikâyeciliğin değerli temsilcilerinden biri. Bizim Unuttuğumuz Şey kitabında yer alan hikâyeleri ise bu bilinçle ve kaygıyla yazılmış hikâyeler.
Otuz yılı aşkın gazetecilik deneyimi sonrasında romanlarıyla tanıdığımız Mahmut Şenol, bu kez zamanın tozunu alan hikâyeleriyle çıkıyor karşımıza. Phaselis Adağı, Bay Konsolos, Çerkes Adil Paşa’nın Tahsildarlık Günleri, Capon Çayevi, Dalkavuk Hanım ve Akhisar Düşerken gibi romanları sonrasında yayımlanan ikinci hikâye kitabı Bizim Unuttuğumuz Şey.
Mahmut Şenol klasik hikâyeciliğin değerli temsilcilerinden biri. Bizim Unuttuğumuz Şey kitabında yer alan hikâyeleri ise bu bilinçle ve kaygıyla yazılmış hikâyeler.
Karmaşık ve süslü bir anlatım yerine, herkesin anlayabileceği sadelikte, yalın ve sohbet eden bir üslup tercih ediyor Mahmut Şenol; vadettiği de tam olarak bu aslında. Bu tercihin belli başlı sebepleri var elbette ve bu sebepleri kitabın girişindeki “Hikâyecinin akıl defterinden” başlıklı kısa bölümlerde yine kendine has bir anlatımla ve Memduh Şevket Esendal’dan yaptığı bir alıntıyla açıklıyor: “Efendim, o benim marifetsizliğimden. Edebiyat bilmezliğimden… Bilsem, öyle düpedüz yazar mıyım hiç?…… Marifetli insanlar öyle yapmazlar, sözlerine, yazılarına marifetlerini sokarlar, hünerlerini gösterirler……. Aslını sorarsanız, marifet hayatın içinde hayata uymayan bir şeydir. Benim dilim kısa, istediklerimi anlatabilmek güç…”
Kitaba ismini veren Bizim Unuttuğumuz Şey, kitaptaki hikâyelerden biri. Aynı zamanda kitabın ruhunu da özetleyen bu hikâyenin de dahil olduğu 18 hikâyeden oluşuyor kitap: ne yazdığını çok iyi bilen bir yazarın kaleminden çıkmış hikâyelerden…
Yaşamın kendini var ettiği ayrıntılarda derme çatma hayatlar sürenlerin, kendine sorduğu sorulara cevap bulamayanların, yoldan geçenlerin, evde oturanların, kalmak için gidenlerin, öylece durup seyredenlerin ve sair insandan sebep pek çok olup bitmiş meselenin içinde gezinen Mahmut Şenol, Bizim Unuttuğumuz Şey’le zamanın tozunu alan hikâyeler anlatıyor.
“Bir şeyi bilmiyordu, benimki, benim eşim; tıpkı kaçakların ailelerinin bilmediği gibi… Bizim unuttuğumuz bir şeyi, adına aşk denilen, hiçbir aklına tezgahına uymaz, cendereye gelmez, tornaya girmez, hasılı satsan satılmaz, atsan atılmaz, beş para etmez bir hissi yaşıyorlardı. Hele aşıklar bir dudak dudağa gelmeye görsünler, dem çeken güvercin gibi sesle öpüşürler; işte unuttuğumuz buydu.”