“Kör Islık”ın Sesi Ne Kadar Uzağa Gider?

Kör Islık, ismini farklı dergilerden tanıdığımız, üç yıla yakın zamandır da Öykülemdergisinin yürütücülüğünü yapan Eyüp Tosun’un Tefrika Yayınları tarafından piyasaya sürülen ilk öykü kitabı. Dil cambazlıklarından, yapmacık kurgulardan, gelişigüzel cümlelerden uzak; iyi düşünülmüş, üzerinde çalışılmış, öykünün dar alanda kullanılabilecek ne kadar imkânı varsa bunlardan pek çoğunu ustalıkla kullanmayı başaran bir ilk kitap aslında Kör Islık. Eyüp Tosun’un uzun yıllardır öykü üzerine düşündüğünü ve çalıştığını belli eder nitelikteki öyküleri, tanıdık olduğumuz küçük dünyaların kapılarını açıyor bize.

Kör Islık 9 + 11 öyküden oluşuyor. On bir öykü, Tosun’un, “Kısa’lar” ana başlığıyla kitabın en sonunda yer verdiği kısa öykülerinin sayısı, ancak ben kısalıklarına rağmen hepsi ayrı bir hikâye taşıdığı için toplam öykü sayısının yirmi olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Bu öyküler büyük ölçüde birbirinden bağımsız şekilde kurgulanmış olsa da Tosun’un kurduğu anlatı atmosferi içerisinde hepsi bir şekilde birbirine yaslı duruyor. Yazarın dil ile kurduğu naif ve doğal ilişki, öykülerin tamamında kendini hissettiriyor. Buna bir de anlatı atmosferinin bütünselliği eklenince, Eyüp Tosun’un öykü dünyasının genel havasını solumak daha kolay oluyor. Aşk, umut, keder, sevinç, hüzün, hayal kırıklığı… Kör Islık’ta insanın mayasına dair pek çok ortak duyguya rastlamak mümkün. Tabii bu büyük ortaklık okurun da öykülere daha kolay temas etmesine yardımcı oluyor dersek yanılmış olmayız sanıyorum. Bu anlamda, öykülerin içine girmek, onlarla hemhal olmak bir hayli kolay. Metruk Şifa ile bir apartmanın dairelerinde dolaşacak, belki siz de “İnsan doğduğu evden uzaklaştıkça mutsuzlaşıyor,” diyeceksiniz yazar gibi. Münir Bey’in kesmeyen bıçağı; Selim Oymaz’ın hüzünlü bakışları olacaksınız. Nihayetinde biraz içiniz burularak, yer yer tebessüm ederek, o öykü karakterlerinden biri olacak, bir köşede bekleyeceksiniz. Kör Islık’taki insana dokunan öyküler, bir çırpıda sizi içine çekecek mutlaka.

Edebi eser derken kastettiğimiz şey,” diyor Terry Eagleton Edebiyat Nasıl Okunur? başlıklı metninde, “kısmen, ne söylediği nasıl söylediğine dayanarak alınması gereken eserdir.” Bu cümle, öykü yazarları için daha çileli bir yolculuğun da ifadesi olabilir. Öyle ki öyküde kullanmanız gereken alan daha sınırlı, buna nazaran anlatınız ortalama bir romandan daha derin olabilir. Dil ile kurulması gereken denge burada daha net fark ediliyor. Söylenen kadar, söyleme şekli de ayrıca anlam kazanıyor. Bunun Kör Islık’taki en güzel örneği, Eyüp Tosun’un kitabın sonuna sakladığı ve “Kısa’lar” ana başlığıyla topladığı bazıları kısa, hatta bazıları tek cümlelik olan öyküleri. Belki de kitapta, anlatının sınırlarının en çok zorlandığı öyküler bunlar. Örneğin Kapı Zili adlı öyküsü, “Birinin gelecek olma ihtimali onu tüm işlerinden alıkoyuyordu.” şeklinde. Tek cümlelik bu küçürek öykü, zihnimizde öyle bir yankılanıyor ki yazarın anlatısı devasa boyutlara varıyor ve böylece yazının gücünü, etkileme alanını ve sınırsızlığını çok derinden hissediyor okur. Kitapta bu duyguya sık sık kapılmanız olası.

Kör Islık’ta anlatılan öyküler mutlaka yabancısı olmadığımız hikâyeler. Belki bizim, belki yakın bir dostumuzun, belki yan komşumuzun başından geçen sıradan öyküler. Öyküleri çizginin bir basamak üzerine taşıyan da yine yukarıda belirtildiği gibi Tosun’un anlatı dili ve o dil ile oluşturduğu anlatı dünyasının zenginliği. Yarım kalmış aşklar, hayata kırgın adamlar, her şeye rağmen umudunu kaybetmemeye çalışan insanlar ve bazen de hayatın o karmaşık gürültüsü içinde kör bir ıslığı uzayın sonsuz boşluğuna savururken kendini kaybedenler… Köşeyi dönünce karşılaşabileceğimiz bir hikâyenin tanığı yapıyor bizi Eyüp Tosun, dili yormadan, zihni zorlamadan. Kör Islıkbelki de bu yüzden bir çırpıda okunabilecek, etkisi uzun sürecek ve damakta mutlaka yoğun bir tat bırakacak öyküler toplamı. Bundan sonrası kendi hikâyesini görmek isteyen okurlara kalmış. Çünkü ne olursa olsun bir metnin en önemli parçası okurdur. Yani Eagleton’ın söylediği gibi: “Okur yoksa edebiyat da yoktur.”

 

Yorumunuzu bırakın